Samstag, 1. Dezember 2012

KIYAMETİN YENİ SENARYOSU (KIYAMET NASIL KOPACAK?)

               KIYAMETİN YENİ SENARYOSU               
                (KIYAMET NASIL KOPACAK?)

 kâinatı yıkmayı ve ötedünyayı kurmayı vaadetmiş
                         olan ALLAHın adıyla

Bu sualin cevabını Kur'an vermiş bulunuyor. Çünkü
kâinatı kim yaratmışsa, onun yapılışı ve yıkılışı
hakkındaki doğru bilgi de ancak O'nda bulunacaktır.
Bunun için sualimizin cevabını da yüce Yaratan'ın
Tevrat ve İncil'den sonraki son Kitab'ında bulabili-
riz.

Şimdi sizlere, insanlığın mânevî güneşi ve gerçek
kurtarıcısı ve doğruluğa götürücüsü ve insanlaştırı-
cısı Kur'anda ana hatlarıyla verilmiş bulunan "Bü-
yük Yıkılış"ın senaryosunu, detaylı bir yorumlamay-
la, düzene sokarak ve bilimle uyuşturarak aktarma-
ya çalışacağız.

Bu çalışmada, konunun bazı detayları ile ilgili nok-
talar için, Hz. Muhammed'in gelecekle ilgili verdiği
haberlerden, Tevrat'tan ve İncil'den de faydalana-
cağız.

Büyük Yıkılış, yıkılış ve dirilişle görevli İsrafil isimli
meleğin boruya üfürmesiyle yani (bütün yıldızların
kulağına gidecek sirene basmasıyla) başlayacaktır.

Neden böyle başlayacak, acaba bunun anlamı ne-
dir?

Bunun anlamı; evren, Yaratan'ın emir ve isteğiyle
inşa edildiği gibi, onun yıkılışı da ancak yine O'nun
emir ve isteğiyle olabilir. Yani kâinat kendi kendine
yıkılamaz. Sur'a ve boruya üflemek de, bütün kâi-
nata "yıkılış emri"nin verilmesi demektir.

Nasıl bir makinanın stop düğmesine basıldığında
o makina "dur" emrini alıp hemen durursa, "durun"
emrini alan yıldızlar da durup, ışıldamalarına son
verecekler.

Yıldızların durması demek, onlardaki termo nükleer
faaliyetlerin son bulması demektir. Bu son ile, dö-
şleri de yavaşlayıp durur. Bu durma ile de, yavaş
yavaş  kararıp sönerler. Bu sönmenin ardından da
aşağıya doğru düşmeye başlarlar. Tabii durma ile
şme arasında hayli zaman geçecektir. Geçecek
zamanı da bilim adamları hesaplayabilir.

Kıyametin Düğmesi'ne basılıyor...

Yüce Yaratan, insanlığın şiddetle bozulduğu ve ço-
ğunlukla dinsizleştiği bir vakitte artık bütün evreni
yıkmaya karar verir. Çünkü bu insanlıktan bir hayır
çıkmayacağını görmüştür. O halde Kendisi'ne inan-
mayacak ve ibadet etmeyecek bu insanları ne yap-
sın? Bu koca kâinat fabrikasını onlar için boşu bo-
şuna niye çalıştırsın? Bunun için de İsrafil'e düğ-
meye basmasını emreder. İsrafil düğmeye bas-
mış, sura üfürmüştür. Bir radyo yayınını bütün in-
sanlığın aynı anda duyması gibi, bütün yıldızlar
da üfürülen sireni aynı anda duymuş, yıkılış sin-
yalini almıştır. Artık "Büyük Yıkılış" başlamıştır.

Dünya ahalisi herşeyden habersizken yıldızların ya-
vaş yavaş kararmaya başladığını gözlemleyen koz-
moloji bilginleri ve gözlemcileri, gördükleri manza-
ra karşısında şaşkınlığa uğrarlar. Çünkü teleskopla-
rını hangi yıldıza doğru uzatsalar, hepsinin solmak-
ta ve kararmakta olduğunu görmektedirler. Bu ne
demektir?! Yoksa korkulan son mudur bu? Artık
kıyametin başladığını anlamışlardır.

Bu arada dur emrini alan yıldızlar gibi, Güneş de
bu emri almış olur ve dönüş sürati yavaş yavaş ek-
silmeye başlar. Bu yavaşlamanın ölçüsüne göre
Güneş'in, gezegenleri itme gücü de azalır. Bu azal-
ma ile de Güneş, kütle çekim gücüyle bütün geze-
genleri kendine doğru çekmeye ve yaklaştırmaya
başlar. Bu çekim gücüne karşı koyamayan geze-
genler de, Güneş'e doğru akmaya ve dönüş sürat-
leri de yavaşlamaya başlar. Güneş'in ısısı da hızla
şmektedir. Fakat bu düşüş, gezegenlerin ona
yaklaşmasıyla orantılı olduğundan, sıcaklık konu-
sunda Dünya henüz bir zarar görmemektedir.

Güneş önce kendine yaklaşmış olan Merkür'ü yu-
tar. Bunun ardından Venüs'ü yutar. Bunun ardından
da Dünya'ya yaklaşmış ve önce Ay'ı yutacak nokta-
ya gelmiş olur. Bu halde Ay'ın dönüşü durmuş ve
Güneş'e tutulmuştur. Yani bu Ay tutulması, normal
bir tutulma değil, onun Güneş tarafından yutulma
anıdır. Bu manzara karşısında insanlığın gözleri,
Güneş'in kararmakta olan yakın ışıkları ile kamaşır.
Bu kamaşma, insanlık için kıyametin başlamış ol-
duğunun en büyük işareti olur.

İnsanlık bu işareti alırken, tarih, 2126 Mart'ının ba-
şıdır ve gün, kıyametin "başlangıç günü"dür. Fakat
insanlık, bu günün kıyamet başlangıcı olduğunu
bilmemektedir. Onlardan bir çoğu bu tarihin ne ol-
duğunu duymuş ve okumuştur, ama inanmamış
veya aldırış etmemtir. Vakit ise, dünyanın bir yü-
zünde sabahtır, herkes işinde gücündedir; öbür yü-
zünde ise gecedir, herkes uykudadır. Güneş Siste-
mi'nde meydana gelen bozulmalar nedeniyle bu
sistemde bulunan göktaşları da sanki yollarını şa-
şırmış gibidir ve onlardan biri süratle Dünya'ya
doğru gelmektedir. Aslında şaşırma falan yoktur.
Tam aksine, bir melek, 1 km çapında bir göktaşını,
Tanrı'dan başka tanrılara tapan insanca çok kala-
balık bir ülkenin ormanına fırlatır. Göktaşı atmos-
ferde parçalanır ve o ateş halindeki dolu gibi par-
çalar, düşğü yerlerdeki bütün bitkileri ve ağaçları
cayır cayır yakar, kül eder. Manzarayı haberlerde
bütün dünya izler, insanlık şoke olur, korkmaya
başlar. "Acaba bunun devamı gelecek midir" me-
rak içindedir.

Aradan 15 gün geçmiştir. NASA, büyük bir göktaşı-
nın daha Dünya'ya doğru gelmekte olduğunu tesbit
etmiştir. Normalde Dünya'nın çok ötesinden geç-
mesi gerekirken, sistem bozulması yüzünden gök-
taşı, Dünya'yı "hedef" haline getirmiş durumdadır.
NASA ise, uzaydan fırlatılmış olan taşı engelleye-
cek durumda degildir. Sonuçta Dünya da, bu
"gelmekte olan" dan kaçamaz ve 3,5 kilometre ça-
pındaki uzay taşı, Dünya göğünü bir ateş topu gibi
yararak ve yakarak, yeryüzüne, ölülerin ruhlarına ta-
pan bir ülkenin denizinden yüzbinler atom bombası
şiddetiyle çarpar ve Dünya'nın her yerinde pek çok
insanın kulaklarını patlatan ve sağır eden ve onları
fırlatıp savuran çok büyük bir gümbürtü kopar. Bü-
tün dünya büyük bir sarsıntı geçirir.

Artık olan olmuştur! Kıyametin Birinci Büyük Darbe'
si Dünya'nın tepesine inmiştir! Kimsenin bu olayı
yalanlayacak durumu yoktur. Bütün insanlık müthiş
bir sarsıntıyla sarsılmış, "buna ne oluyor" demiş ve
dehşetli bir korku ve panik içine düşştür. Kalp ve
kafalarındaki bütün duygu ve düşünceler kaybol-
muş, mekan dışında olanlar kaçışmaya başlamış-
lardır. Artık uçan kus sürüleri gibi oradan oraya dal-
galanmaktadırlar. Yalnız bir ülke veya bir şehir de-
ğil, bütün yeryüzü, 11.9.2001'de terör darbesiyle
vurulma sonucu toz dumana gark olan Newyork
şehrinin o günkü durumundan onlarca, yüzlerce,
binlerce kez daha dehşetli bir duruma düşştür.
Çocukların korkudan saçı ağarmış ve hamile ka-
dınlar da çocuklarınışürmüş ve emzirmekte o-
lanlar da emzirmeyi hemen kesmiştir. Büyük Çarp-
ma'ya evlerinde, apartmanlarında ve gökdelenle-
rinde yakalananların çoğunluğu ise, bulundukları
mekânların yerlebir olmasıyla hemen hayatlarını
kaybetmiş, kurtulmuşlardır. Geride kalan azınlık i-
se, çok büyük bir korku, acizlik, çaresizlik, perişan-
lık ve mahvolmuşluk içindedir. Kimisi içmeden sar-
hoş olmuş, sağa sola yalpalamaktadır.

Yeryüzünün her yerinde, herkes tarafından kapsa-
namayacak bu çok acı ve dehşetli tablo yaşanır-
ken, Güneş'e yaklaşmakta olan ve Güneş'in dön-
me hızının yavaşlaması ve itim gücünün azalması
nedeniyle onun etkisi altında bulunan Dünya'nın da,
kendi etrafındaki dönüş hızı azalmış ve bu azalma-
nın sonucu olarak ve hem çarpılmanın sersemlet-
mesi ve dönüş yönünün tersine dönmesiyle, artık
"Güneş batıdan doğmakta"dır. Dünya'nın öbür yü-
zünde ise Güneş, "doğudan batmakta"dır. Geride
kalan perişan insanlık ise bu olayı şaşkınlıkla izle
mekte ve herkes "bizi affet, bizi kurtar" diye bütün
kalpleriyle ve kendilerinden geçmiş bir halde daha
önce inanmamakta oldukları Allah'ına, Tanrı'sına
yalvarmaktadır. Fakat bu yalvarmaların bir karşılı-
ğını bulamamaktadırlar. Çünkü iş işten geçmiştir.
Çünkü geri döndürülmesi mümkün olmayan
"Büyük Yıkım" start almıştır.

Hertaraf çok büyük bir yıkım içinde gözükmektedir.
Yer yer yangınlar devam etmekte ve her taraf toz-
duman içindedir. İnsanlığın binlerce senede kurdu-
ğu medeniyetten bir eser kalmamıştır. Ulaşım ve i-
letişim kesilmiştir. Herşey mahvolmuştur. Yıkılma-
dık yer ise pek azdır ve 12 milyar insan da, enkaz
altındadır. Çarpılmaya gece yakalananlar kurtula-
mamıştır. Ama geriye kalan 5 milyar insan hâlâ ya-
şamaktadır. Fakat yara, bere ve sakatlık içinde
hem de aç ve susuz. Üstelik her tarafı da toz ve du-
man sarmış durumdadır.Hava, solunamaz hale gel-
miştir. Solumak isteseler, toz ve duman yutmakta-
dırlar. Solumasalar, öleceklerdir. Şimdi onlar bu iki
ölüm arasında "şiddetli bir azap" içindedirler. New-
yorkluların Onbir Eylül'de uğradıkları terör saldırısı-
nın yüz misline uğramış haldedirler. Çünkü New-
yorkluların kaçacak yeri vardı, ama bunların yoktur.
Çünkü yıkım, Dünya'nın heryerinde gerçekleşmiş-
tir. Belâ, her yerden sarmıştır. Yerküre ise, darbeyi
denizden yediği için henüz parçalanmamıştır. Dağ-
lar ve denizler yerinde durmaktadır. Fakat darbenin
meydana getirdiği büyük tsunamiler, denize yakın
olan şehirleri silip süpürmüştür.

Büyük Çarpılma'nın ardından henüz 1 gün geçmiş-
tir veya geçmek üzeredir. Ama bu gün diğer günler-
den daha uzun sürmüştür. Çünkü sistem bozulma-
sı, Dünya'nın dönüş süratini yavaşlatmış, bir de o
şimdi tersinden dönmektedir; bu da, günü ve gece-
yi bir misli uzatmıştır. Şu anda heryeri tarif edile-
mez bir ceset kokusu sarmıştır. Büyük Deprem'de
ölenlerin bedenlerini toplayıp gömmenin de imkânı
yoktur. Sağ kalanlar, şehirlerden süratle kaçmak ve
uzaklaşmaktan başka çare bulamamaktadır. Çünkü
o güzel şehirleri ve birer cennet köşkü olan evleri,
bahçeleri cehenneme dönmüştür. Şimdi bu cehen-
nem onlara: "Daha önce ne güzel bir cennet içinde
yaşıyormuş olduklarının" kıyaslamasını sağlamak-
ta ve bu da onları derin bir üzüntüye boğmaktadır.
Bu korkunç cehennemde oturmanın da imkânı
yoktur.

Şimdi onlar daha iyi yerlere kaçış içindedirler. Bula-
bildikleri boş alanları doldurmaya başlarlar. Boş a-
lanlar grup grup insanlarla dolmuştur. Sanki herkes
tanımadığı insanlarla kardeş gibi olmuştur. Herkes
korku, endişe, ağlayış ve inleyiş içindedir. Bu şekil-
de günler geçer.

Bir hafta kadar sonra toz duman yatışmıştır. Felâ-
ketzedeler açlık, susuzluk içindedir. Yiyecek şey-
ler bulmaya çalışırlar. Fakat onların çoğunluğu bun-
dan mahrum kalmaktadır.Yatıp uyuyabilecekleri ev-
leri de yoktur. Geceyi, şehir dışında güvenilir bul-
dukları yerlerde geçirmektedirler. Köylerde durum
tabii ki daha farklı seyretmektedir. Hava, bazı ülke-
lerde soğuk, bazı ülkelerde sıcaktır. Soğuk ülkele-
rin insanları bir de soğuğun sıkıntısını çekmekte-
dir.

Onlar ve diğer bütün insanlık sıkıntı içindeyken
gökten bir taş daha gelmektedir. 500 metre çapın-
daki bu taş da, öldükten sonra ruhlarının hayvan be-
denlerinde yaşadığına inanan insanların ülkesinde-
ki bir yanardağa düşer ve onu deler. Delinen dağ-
dan boğucu bir duman çıkmaya başlar ve bütün ül-
keyi sarar. Bu ülkenin insanları büyük bir azap için-
de kalır. Kimisi havasızlıktan ve binlercesi de zehir-
lenerek ölür.Bu azabın Tanrı'dan geldiğini düşünen
insanlar: "Bu azabı bizden kaldır. Bundan sonra
kendi uydurduğumuz tanrılara değil, Sana tapaca-
ğız" diye, Tanrı'ya yalvarırlar. Yüce Tanrı da bu a-
zabı onlardan 40 gün kadar sonra kaldırır. Fakat
bir müddet sonra o Tanrı'ya yalvaran insanlar tek-
rar uydurma tanrılarına ve eski inançlarına döner-
ler.

Onların bu dönekliğine öfkelenen yüce Tanrı, bu
sefer onların üzerine, kuyruğunda on akrep zehiri
kuvvetinde acı bulunan, çekirgeye benzer, sivrisi-
nek gibi saldırgan milyonlarca can yakıcı hayvanı
gönderir. Fakat bu küçücük kıyamet canavarları,
sadece yüce Tanrıya isyan etmiş olanları sokarak
damgalamakta ve onları çok büyük bir acı içinde
kıvrandırmakta ama öldürmemektedir. Onlar da bu
azabın, Tanrı'nın verdiği bir ceza olduğunu anla-
makta, pişmanlığa uğramaktadırlar. Bununla bera-
ber çok ilginç bir şekilde o küçük canavarlar, Tanrı'
ya inancı olan insanlara sanki onları tanıyormuş gi-
bi zarar vermemektedir. Bu tavır karşısında inançlı
insanlar da, acı içinde Tanrı'ya inanmış olmanın
sevincini yaşamakta ve başlarına gelecek olandan
korkmamaktadırlar ve büyük bir teslimiyetle sonla-
rını beklemektedirler. İnançsız insanlar için ise bu
azap 5 ay boyunca devam eder.

Diğer ülkelerde ise, şehirlerden kaçmış ve boş ve
temiz buldukları geniş alanlarda toplanmış bulunan
insanlar akibetlerini beklemektedirler. Aç ve susuz-
durlar, fakat yeme içme arzusu çoğunun kafaların-
dan uçup gitmiştir. Çünkü şimdi bir tek dilekleri var-
dır: Kurtulmak! Ölüm onlar için en büyük sevgili ha-
line gelmiştir. Büyük bir arzuyla hemen ölmek ve
kurtulmak istemektedirler. Pek çoğu da; "Tanrım
işimizi bitir, Tanrım işimizi bitir" diye, inlemektedir.

Vahşî hayvanlar ise, korkudan hepsi biraraya top-
lanmış, kardeş gibi olmuşlardır; artık birbirlerine
zarar vermemektedirler.

Büyük Çarpılma'dan bir kaç yıl önce...

Müslümanların ve İsevîlerin "Altın Çağ"ı yaşanıp
biteli 40 yıl olmuştur. Müslümanların kurtarıcısı Hz.
Mehdi'nin dünyadan göçmesinin ardından, gökten
inmiş ve onun yerini doldurmuş olan Hz. Mesih'in
kurduğu Dünya Krallığı'nın meydana getirdiği refah
ve zenginlikle şımaran ve ondan cesaret alan in-
sanlık, büyük bir hızla dinsizleşmeye başlamış ve
Tanrı'yı tanımaz olmuşlardır. Bu tanrı tanımazlığın
etkisiyle de onların çoğunluğu alkol ve uyuşturucu-
nun kucağına düşşlerdir. Çünkü dinsizliklerinin
yerini dolduracak başka birşey bulamamışlardır.
Bu sefih, serseri, sapkın ve uyuşukluk hali, onları
kanun tanımaz hale getirmiştir. Herkes kendi key-
fince yaşamaya başlamıştır. Bu keyfçilik nedeniyle
de herkes birbirine düşman hale gelmiştir. Çünkü
keyfçilik, kötülükçülüğü doğurmuştur. Kötülükçülük
de, korku doğurmaktadır. Kimsede güven kalma-
mıştır. Herkes birbirinden korkmakta ve kaçmakta-
dır. Bu korku da, güçlenmeyi gerektirmektedir.
çlenmek için de çeteleşmektedirler. Keyfî ve
kanunsuz arzularına ulaşabilmek için buna mecbur-
durlar. Çünkü isteklerine ulaşabilmeleri ancak güç-
lenip savaşmakla olabilir. Artık çeteler birbirleriyle
savaşmakta, hergün yüzlerce insan ölmekte ve
soyulmaktadır. Devlet ise, gücünü kaybetmiş, çare-
siz haldedir. Bütün ülkelerde camiler, kiliseler ve
sinagoglar dinsizler tarafından tahrip edilmiştir. A-
zınlıkta kalan inançlılar ise, seslerini çıkaramamak-
tadır. Arabistan'da da, dinsizleşen Araplar, Mekke'
yi yıkmış, yerle bir etmişlerdir. Doğal felâketler ne-
deniyle uzakdoğu ülkelerinde ekonomik kriz ve aç-
lık meydana gelmiş ve bu açlığın etkisiyle de sila-
hını kapan milyonlarca uzakdoğulu insan, zengin
buldukları Avrupa ve Amerika'ya akın etmiş, herye-
ri talan etmeye, engel olmak isteyenleri de öldür-
meye başlamışlardır. Zayıf ve çaresiz insanlar artık
büyük bir dehşet içinde yaşamaktadır. Azınlıkta o-
lan inançlılar ise; "Tanrım, ne olur bizi kurtar" diye
yalvarmaktadır.

Yüce Tanrı da Kendi katında herşeyi izlemektedir.
O'nun yeryüzündeki en Kutsal Ev'i "Kâbe" yıkıldık-
tan sonra bu Dünya gezegeninin ne anlamı kalabi-
lir? Bu azgın insanlık daha hangi hakla var olabilir?
Evrenin sahibi yüce Tanrı artık kararını vermiştir:
Dinsiz insanlık nasıl O'nun Kutsal Ev'ini yıktıysa,
O da insanlığın büyük evini onların başına yıkacak,
cezalarını verecektir. Ancak az sayıdaki inançlıların
hatırı ve Kader Kitabı'ndaki bazı hesaplar nedeniy-
le "Kıyametin Düğmesi"ne hemen basmamıştır.
Fakat Tanrı katında geri sayım başlamıştır. Kur'an
Güneşi sönmüş ve Tevrat ve İncil'le beraber üçü
de göğe çekilmiştir. Ve insanlık için bir 'aydınlatıcı'
kalmamıştır artık.

Biz şimdi tekrar, Dünya'nın birinci Büyük Darbe'yi
yemesinin ardından mahvolmuş ve "Tanrım, işimizi
bitir! Tanrım, işimizi bitir" derken bıraktığımız
insanlara dönelim.

Çaresiz insanlar inlerken, gün sonuna kadar yeryü-
zünde tozdan ve dumandan zehirlenen ve yaralı
bulunan 2,5 milyar insan daha, acı içinde hayata ve-
da eder, kurtulur. Geri kalan 2,5 milyar insan ise aç-
lık ve susuzluk içinde kıvranmakta ve bir kısmı kıv-
ranış içinde ölmekte ve bir kısmı da kurtuluş yalva-
rışıyla inlemesine devam etmektedir.

Birinci Büyük Vuruş'un ardından 5 ay geçmistir.
Dünya'nın bir tarafında gece, bir tarafında da gün-
düzdür. Gecesini yaşayanlar, karanlık içindedir. Ar-
tık evlerini aydınlatacak lambalardan ve Ay ışığın-
dan mahrumdurlar. Çünkü Ay, Güneş tarafından yu-
tulmuş veya yutulmak üzeredir ve insanlar bu üst
üste çaresizlikler içinde inlemektedir.

Karanlık içinde inlemeler devam ederken, o da ne?
Işıklı bir cismin yeryüzüne doğru inmekte olduğu
soluk bir şekilde farkedilmektedir! Acaba bu cisim
nedir? İnsanlık hayret ve şaşkınlıkta ve bunun ne
olduğunun merakı ve heyecanı içindedir.

Geriye kalan 2,5 milyar insanın 2 milyarı daha açlık
ve yaralarından dolayı ölmüştür. Onların arasına,
yüce Tanrı'yı anmakta olan inançlılar da dahil ol-
muştur. Artık yeryüzünde Tanrı'yı anacak, "Allah"
diyecek insan kalmamıştır. Geriye sadece 500 bin
civarında dinsiz ve sapık insanlar kalmıştır. Onlar
da sonlarını beklemektedir.

Tarih, 23 Ağustos 2126, Yer: Dünya. Günlerden
Cuma.

Gelmekte olan ışıklı cisim ise, (2012 yılından itiba-
ren) 114 yıldır yolda olan Swift Tuttle isimli kuyruk-
lu yıldızdır. O da, Dünya'yı vuran bir önceki büyük
göktaşı gibi yolunu şaşıranlardan biri herhalde.
Dünya'ya yaklaşmıştır. Fakat bu yıldız, Dünya'nın
onbinlerce km ötesinden geçecekken, Güneş'in i-
tim gücünü kaybetmesi sonucu, Dünya'nın seyir
hattında yani yörüngesinde meydana gelen büyük
kayma nedeniyle Dünya, "inmekte" ve "kaymakta"
ve "yaklaşmakta" olan kuyruklu yıldızın tam hedefi-
ne oturur. Yıldız, önündeki bu hedeften kaçamaz
ve hedefe kilitlenmiş bir füze gibi Dünya’nın üzeri-
ne saatte 40 bin mil hızla, saniyede 10 trilyon ton-
luk buz ve kaya kütleleriyle gelmektedir. İşte Dün-
ya semasına girdi! Dünya'nın yedi katlığünü bir
bıçak gibi yardı. Gökyüzü bir "gül gibi kızardı". Gök
tabakaları "kapı kapı" oldu. Görebilenler, göğün
"maden gibi eridiğini" ve "sarktığını" görüyorlar ve
şimdi sesin hızının 70 bin katında bir çarpma mey-
dana gelecek…

"Gök yangını"nın altında kalan ve yüz ve başları gö-
ğe çakılmış gibi duran insanlığın son fertleri olan in-
kârcılar, ateistler, dinsizler ve sapıkların son sözleri
ise: "TANRIM!" olmuş ve derhal sönmüşlerdir. Artık
"İkinci Büyük Çarpma" ve en büyük darbe gerçek-
leşmiştir.

"Binlerce kilometre küplük hava infilak etmiş ve bir
şehir genişliğinde sapsarı bir alev on beş saniye
içerisinde Dünya’yı deşmeye başlamıştır. Gezege-
nimiz 10 bin depreme uğramış gibi sarsıntıya tutul-
muştur. Yer değiştiren bir hava dalgası dünya üze-
rinde ne varsa silip süpürmüş ve tüm yapıları düm-
düz etmiş ve yoluna çıkan herşeyi de ezip geçmiş-
tir.Çarpmanın etkisiyle meydana gelen kratere dün-
yanın içindekiler dökülmeye başlamıştır. Erimiş ka-
yalardan oluşmuş bir duvar dalgalanarak, ağır hare-
ketlerle çalkalanmaya başlamış ve kraterin içerisin-
de trilyonlarca ton kaya buharlaşmıştır. Bir kısmı
havaya sıçramış ve çoğu uzaya doğru fırlamıştır.
Hâla bir kısmı, yüzlerce, hatta binlerce mil uzaktan
kıtanın yarısına inmek üzere yukarıdalar. Aşağıdaki
herşeye büyük bir yokoluş getirecekler. Erimiş olan
atıkların bir kısmı okyanusa akarak, devasa tsuna-
milerin meydana gelmesine sebep olmuştur. Tozlu
atıklar atmosfere yayılmış ve Dünya’nın çevresini
kaplayarak, güneş ışığının gelmesini engellemek-
te ve Güneş ışığı yerine, milyarlarca meteorun par-
laklığı ışık saçmakta ve bu ışık; yakıcı ısısı ile yeri
kavurmaktadır."

Aynı zamanda dağlar yürüyüp birbirine çarpılmış ve
toz duman olmuştur. Yerkürenin merkezindeki mağ-
ma tabakası patlayıp denizlere karışmış, denizler
haşlanmış ve buharlaşmıştır. Ve bir müddet sonra
Dünya'nın iç merkezindeki boşalmalar nedeniyle
kutup bölgeleri içe çökmüş ve birbirine yapışmıştır.
Dağlarını ve denizlerini kaybeden Dünya, dümdüz
olmuştur. Şimdi o artık 15 bin km uzunluğunda ve
10 bin km genişliğinde dev bir pide veya uzayda
yüzmekte olan bir kayık görünümündedir. Ve yıkı-
lış, tam Kur'anın anlattığı şekilde gerçekleşmiştir.
Bununla Yüce Tanrı âdeta, gönderdiği ayetlerin
gerçekliğini isbatlamış gibidir.

Merkür ve Venüs'ü yutmuş olan Güneş ise, kendisi-
ne çekip yaklaştırmış olduğu Ay'ı önce ikiye yarmış
sonra yutmuş ve onun yerine oturmuştur. Bir pide
ve kayık görünümünde olan Dünya ile arasında 380
bin km'lik bir mesafe kalmıştır. Ama Dünya'yı yuta-
cak enerjisi de kalmamıştır. Şimdi bu haliyle o, Dün-
ya'nın doğusuyla batısını kaplamış, kızıllığı hâlâ ü-
zerinde ama yavaş yavaş kararmakta olan sanki
yusyuvarlak dev bir gemidir. Dünya da onun yanın-
da salınan küçücük bir kayık... Artık "insanlık" diye
bir şey yoktur. Koca yeryüzü 17 milyar insana me-
zar olmuştur. O insanların cenaze törenini yapacak
bir kimse olmamıştır. Ve tabii: SON. (Ama Büyük
Son.)

Fakat bu Büyük Son, bir "Büyük Başlangıç"a gebe-
dir ve ileride gelecektir ve gelmektedir.

Şimdi biz bir de yıldızların durumuna bakalım. Aca-
ba onlar ne âlemde?

İsrafil isimli yıkılış meleğinin sura birinci üflemesiy-
le "durun" emrini alan bütün yıldızlar bu emri dinle-
yerek içlerindeki termonükleer faaliyetlerini kesmiş-
lerdir. Nükleer çalışmaları artık yavaş yavaş sona
ermekte ve bu sona erişle birlikte yavaş yavaş sol-
makta, kararmakta ve sönmektedirler.Sönen yıldız-
lar ise, bir beyaz cüce olarak gökten kâinatın mer-
kezine doğru bir yağmur damlası gibi birer birer
şmektedirler. Yani: Uzayında 20 milyar trilyon ha-
nesi ve 200 milyar şehri bulunan koca kâinat artık
yıkılıyor!

Termonükleer faaliyetleri durdurulan bütün yıldızlar
bu durduruluşla, evrenin genişlemesini sağlayan i-
tim güçlerini kaybetmiş ve bütün güç, çekim gücü-
nün eline geçmiştir. Böylece genişlemekte olan
kâinatın genişlemesi de durmuş, tersine dönüp ka-
panışa geçmiştir. Şimdi bütün yıldızlar ve galaksi-
ler birbirini çekmekte ve koca kâinat büyük bir sür-
atle kapağı açılmış şişkin bir balonun sönmesi gibi
kendi içine doğru kapanmaktadır.

Nasıl Dünya'daki eskimiş gökdelenleri yıkmak iste-
diklerinde, en iyi yıkım modeli olarak onları bomba-
larla kendi içine doğru çökerterek yıkıyorlarsa, şim-
di Büyük Yaratıcı da, eskimiş ve vazifesi bitmiş o-
lan evreni kendi içine çökerterek yıkmaktadır. Bu
yıkılış esnasında da yıldızlar birbiriyle çarpışmakta
ve galaksiler de birbirlerini yutmaktadır. Bu yutma
ve çarpışmalar da akıl almaz patlamalar meydana
getirmekte ve kâinat, bu patlamalarla âdeta bağıra
bağıra ve çığlıklar ata ata can vermektedir. Ve in-
sanın imtihan edilmesi için yaratılmış olan koca kâi-
nat artık ölmüştür! O ölürken, yıldızdan gemi ve sa-
raylarını kaybeden evrenin isleyişiyle görevli ışın
ve ışıktan yaratılmış (yüce Tanrı'nın dilediği miktar
dışında) bütün melekler de düşüp ölmüştür. Ve bu
Büyük Ölüm'ü, yüce Tanrı'dan başka seyredebilen
olmamıştır.

İşte belirli bir müddet sonra enerjisini tüketen bütün
yıldızlar, evrenin doğumundan önce yirmi milyar tril-
yon yıldız ağırlığınca su veya sıvı hidrojen halin-
deyken sonra gaz ve duman olarak yükselmiş ol-
dukları yerin tabanı ve evrenin zemini olan evren
merkezine yığılmış durumdadırlar. Kâinatın zemini
artık yimi milyar trilyon yıldız cesedinin bulunduğu
ve biraraya yığıldığı uçsuz bucaksız bir yıldız me-
zarlığına dönmüştür ve kâinat kapkaranlık olmuştur.

Artık bir yanda sönmüş ve küçülmüş bir Güneş ve
onun yanında kayık halinde bir Dünya ve öbür taraf-
ta da dürülmüş bir evren, biri sağında biri solunda
olmak üzere yüce Tanrı'nın kudret elindedirler.

Böylece evrenin ve insanlığın birinci sayfası kapan-
mış durumdadır. Ama bir müddet sonra insanlığın
"ikinci sayfası" açılacaktır. Bakalım bu sayfada ne-
ler olacak?

Kâinatın yıkılışının ve insanlığın sönüşünün üzerin-
den kırk yıl kadar bir zaman geçmiştir. İnsanların
"Yeniden Dirilme" vakti gelmiştir. Çünkü ölen insan-
ların kötüleri bir ceza almadan ve iyileri de bir mü-
kâfat görmeden ölmüşlerdir. Onları bu halde eşit
olarak bırakmak ise, adaletsizliğin en büyüğüdür.
Böyle müthiş bir adaletsizliğe ise yüce Tanrı izin
veremez ve O'nun merhametine zıttır. Bu zıtlığın
ortadan kaldırılması ve O'nun vaadlerinin gerçekli-
ğinin gösterilebilmesi ve ölenlere hakettiklerinin
verilebilmesi için, insanlığın yeniden diriltilmesi
zorunludur. Yeniden Diriltme mutlaka olacaktır. 

Bunun için yüce Tanrı, yeryüzü atmosferini yeniden
inşa etmiş ve dirilişi gerçekleştirecek yağmurunu,
kurumuş ve çoraklaşmış yeryüzüne bol bol yağdır-
maktadır. Bu yağış belki günler, haftalar ve aylarca
devam eder. Toprak artık suya doymuştur ve dirili-
şe gebedir. Ölmüş insanlığın kalça kemiklerinde
hücre veya atomcuk halinde bulunan ve yüce Ya-
ratıcı tarafından özellikle korunmuş olan insan
tohumları da, açılmayı beklemektedir.

İşte diriliş meleği İsrafil, sur'a ikinci kez bir daha ü-
fürür. "Kalkın, dirilin" emrini alan insan tohumları ise
bir bir ve hepsi birlikte yarılmakta ve insanlar bir bit-
ki gibi o tohumlardan filizlenip çıkmaktadır. Dünya'
da ilk defa doğarlarken doğumlarına karşı koyama-
dıkları gibi, şimdi de bu çıkışa karşı koyamamakta-
dırlar. Çünkü ruhları bedenlerinde değildir. Ne bi-
linçleri vardır, ne de istekleri. Yeraltından çıkış ta-
mamlandıktan sonra yüce Yaşatıcı, onların fiil ve
hareket programı olan Tanrı ışığından üretilme bi-
linç taşıyan ruhlarını, bedenlerine geri gönderir. Ve
bir müddet sonra diriliş gerçekleşmiş olur. Artık
200-250 milyar arasında sayısı olan ölmüş insan-
lık, komutanlarından emir almış askerlerin yatakla-
rından uyanıp kalkmaları gibi, bulunduklari yerden
kalkıp dirilmiş ve düzleştirilmiş olan yeryüzünü
kaplamışlardır.

Kör olarak dirilen dinsiz, Tanrı tanımaz, ikiyüzlü i-
nançsızlar, dinsizler ve Tanrı'ya ortaklar uydurmuş
kimseler; "bizi yattığımız yerden kim kaldırdı" diye,
hem merak etmekte, hem de uğradıkları rahatsız-
lıktan dolayı şikâyet etmededirler. İnançlı ve din-
darlar ise; "bizi ölümden sonra tekrar dirilten Tanrı'
ya şükrolsun" demekte ve O'nu büyüklemektedir-
ler. Bu arada bazıları birbirine sormaktadır: "Mezar-
da ne kadar kaldınız?" Sorulanlar da: "Bir gün veya
belki de bir kuşluk vakti kadar falan" demekte, fakat
konunun bilginleri de: "Hayır! Siz, Yeniden Diriliş
Günü'ne kadar kaldınız" diye cevap vermektedir.
Dirildiğinde kör olduğunu anlayan büyük suçlular
da Tanrı'ya: "Biz dünyada görür idik. Bizi neden
kör olarak dirilttin?" diye sormaktadırlar. Tanrı'dan
ise onlara: "Siz dünyada ayetlerime karşı kördünüz,
şimdi burada da öylesiniz" cevabı verilmektedir.
Bebekler ve çocuklar ise, meleklerin koruması al-
tında bir kenara çekilmişler, ayak altında kalmaktan
kurtarılmışlar veya doğrudan doğruya cennete yol-
lanmışlardır. Şimdi onların dışındakilerin hepsi,
kanat çırpan kelebekler gibi oradan oraya dalgalan-
makta ve sanki dikili putlara doğru koşmaktadırlar.
Koşarlarken, kör olarak diriltilmiş olduklarından, bü-
yük suçlular insanlığın ayağı altında kalmakta ve bir
böcek gibi ezilmektedirler. Ve bütün insanlık ilk
doğdukları günkü gibi çırılçıblaktırlar. Fakat belden
aşağışıyla ilgilenecek durumda değildirler. Kimse
kimsenin ayıbının farkında değildir. Herkes akibeti-
ni merak etmektedir. Ne olacak? Başlarına neler
gelecek? Hepsi, kalpleri gırtlaklarına dayanmış
haldedirler.

Tabii bütün inançlılar, bugünün bir "Hesap Günü"
olduğunu anlamışlardır. Melekler de onların iyileri-
ne; korkmamalarını söylemekte ve teselli etmekte-
dir. Ayaklar altında ezilmis olan büyük suçlular, gö-
revli meleklerin çekip sürüklemesiyle ve itekleme-
siyle getirilmesi gereken yerlerine getirilmiştir. Ko-
şuşturmalar durmuş, herkes birbiriyle fısıldaşmak-
tadır. Her tarafı bir hışıltı ve uğultu doldurmuştur.
Ve "Büyük Hesap" başlamak üzeredir.

Dünya platformunun çok yakınında olan Güneş ise,
tekrar alevlendirilmiş, insanlığa büyük bir hararet
vermekte, sıcaktan onları bunaltmakta ve terler
içinde bırakmaktadır. Çünkü sıcaklık: 50 derecedir!

İşte yüce Tanrı da, cennetin üstündeki herşeyi ku-
şatmış bulunan mekânsız "Yönetim Dairesi"nden,
yoğunlaşmış ışıktan olan tahtını 8 melek taşır hal-
de ve her tarafı kaplayan ve vasfedilip kuşatılamaz
bir ışık halinde ve bütün ululuk ve heybetiyle ve et-
rafını melekler sarmış vaziyette yeryüzüne inmiştir. 
O'nun inmesiyle yeryüzü platformu hemen O'nun
ışığıyla aydınlanmıştır. Sesler kısılmıştır. İnançlı-
lar O'na bakmakta ve yüzleri O'nun ışığıyla parılda-
maktadır. Peygamberler ve onların inançlı iyilikçile-
ri de, Tanrısal Taht ve çadırın gölgesi altına alın-
mışlar, sıcaklığın bunaltmasından kurtarılmış du-
rumdadırlar. Her Peygamberin bir su havuzu var,
onların iyilikçi bağlıları da bu havuzlardan susuzlu-
ğunu giderebilmektedir. Bütün havuzlar cennetten
akıtılmış suyla doldurulmuştur. Ondan bir bardak
içenler bir daha susamamaktadır. İçtikleri de, dışkı
olarak değil, ter olarak vücutlarından çıkıp gitmek-
tedir. Büyük suçlular ise, bu havuzlara yaklaştırıl-
mazlar.

Dinsizler, Tanrı tanımazlar, inkârcılar ve ortak koşu-
cular ise, susuz halde bunaltıcı sıcak altında kal-
mış ve O'nu görmekten perdelenmişler ve yüzleri
simsiyah kesilmiştir. Tanrı habercisi olan bütün
Peygamberler ve Tanrı dâvetçisi ve uyarıcısı olan
bütün Elçiler, insanlığın en önündedirler. Bu tablo
karşısında daha önceki dünya hayatlarında "İsa
yüzdeyüz Tanrı'dır" veya "Tanrı'nın oğludur" diyen-
ler, İsa'nın bir Tanrı olmadığını ve oğlunun bulun-
madığını kesinkes görmüş ve anlamış ve Kur'anı
dinlemediklerine pişman olmuşlardır. İnkârcıların
da inkâra mecâli kalmamıştır. Çünkü herşey apaçık
meydandadır. Bütün mülk, herşey ve herkes, eşsiz
ve oğulsuz olan yüce Tanrı'nın elinde ve önünde-
dir.

Görevli bir melek, insanlığın yaptığı bütün işlerin
kaydedilmiş bulunduğu hologramdan arşive baka-
rak, onu, çok güçışığıyla ve milyarlar bilgisayar
kuvvetiyle Google'ın istediğimiz bilgiyi saniyeler i-
çinde önümüze sermesi gibi çok kısa zamanda ta-
rayıp, herkesin iyilik-kötülük hesabını bir anda orta-
ya çıkarır. Herkesin dünyada yapmış olduğu işlerin
defterleri bir hologramdan kitap olarak insanlığa
dağıtılır. Şimdi herkes yapmış oldukları iyilik ve kö-
tülükleri en büyüğünden en küçüğüne kadar bir bir
görmekte ve bazıları; "bu kitaba da ne oluyor, her
şeyi bir bir saymış" diyerek kızgınlık göstermekte-
dir. Kitabı sağ tarafından verilmiş olanlar memnun-
dur. Çünkü iyilikleri ağır basmaktadır. Kitabı sol ta-
rafından verilenler de üzgündür. Çünkü kötülükleri
ağır basmaktadır. Ve; "keşke kitabım bana hiç ve-
rilmeseydi" diye sızlanmaktadırlar.

Hesap defterlerinin dağıtılmasından sonra bütün
insanlık; iyiler, kötüler ve büyük suçlular olarak bir-
birlerinden ayrılmış, farklı farklı yerlerde toplanmış-
lardır. Şimdi herkesin yaptığı işlerin defterleri elle-
rinde olarak çok adaletli büyük Rabb'in huzurunda
"Büyük Mahkeme" başlamaktadır.

Ve hesap verme başlamıştır. Bütün insanlığa bir-
den herkese tek tek yaptıklarının hesabı aynı anda
sorulmaktadır. Bir koca ömrün hesabını vermekte
olan bu insanlara gecesi olmayan bu bir gün, bir a-
sır gibi uzamış görünmektedir. Dâvâlar süratle gö-
rülmekte, herkesin iyilik-kötülük hesabı ortaya çık-
makta ve alacakları ceza ve mükâfat belirlenmekte-
dir. Ama bu arada kendilerine suçları bildirilmekte
olan pek çok insan da, kötülüklerini inkâr etmiştir.
Bu inkâr karşısında insanların dünyada yaptıklarını
kaydeden görevli melekler de, kaydettikleri bilgileri,
gözlerini bir projeksiyon yaparak, hafızalarından ak-
tarıp, hologramik ekrana yansıtır. Ekrandaki film i-
se, suçluların suç işleme anını göstermektedir.
Yapmış olduklarını canlı bir şekilde ekranda gören
suçluların ise; dili tutulur, ağızlarını açamazlar, do-
nar kalırlar. Sanki ağızları mühürlenmiş de, elleri ve
ayakları konuşmuştur.

Dünyada iken Tanrı'yı İsa'laştırmış, İsa'yı da Tanrı-
laştırmış veya İsa'yı Tanrı oğlu yapmış olan pek
çok ortak koşucu kimseler de, yüce Tanrı'ya sor-
muştur: "Biz Senin gönderdiğin İncil'e inanmadık
mı? Bizim kitabımızı niçin soldan verdin? Bizi niçin
suçlu çıkardın?" Yüce Tanrı da onlara: "Ben size
bir tek İncil göndermiştim. Ama sizin elinizde birbi-
rinden farklı yüzlerce İncil vardı. Hem Ben, İncil'
den sonra 'yanlışlarını görsünler, doğruyu bulsun-
lar' diye, Kur'anı da göndermiştim. Kitabınızın
doğruluğunu Kur'anla araştırsaydınız ya! Sizin aklı-
nız yok muydu? Ama siz, hem aklınızı kullanmadı-
nız, hem de Kitabımı inkâr ettiniz; Benim söyleme-
diğim şeylere inandınız; elinizde kesin bir bilgi ol-
madığı halde, Benim yarattığım ve bir kelimem o-
lan İsa kulumu, Tanrılığa ve Tanrı oğulluğuna çıkar-
dınız. Halbuki bir kelime nasıl "Yazar" olabilir ve bir
Yazar'a nasıl "kelime" denilebilir? Usta ile eser hiç
aynı ve eşit olabilir mi? Bunları niçin düşünmedi-
niz? Ben'i, Benim yarattığım aciz bir insanla eşit
hale getirdiniz. Ben'i küçülttünüz! Bu küçültmenizle
de, kâinatı parçalanacak hale getirdiniz. Ama siz,
Ben'i kızdırdığınızın farkında değildiniz. Çünkü ne-
fis ve şeytanlarınıza aldanmıştınız. Onlar, yaptıkla-
rınızı doğru ve güzel gösteriyordu. Ama yanlıştay-
dınız. Doğru inançta olanlara da kin ve düşmanlık
besliyordunuz. Bu yüzden; "İsa, Tanrı ve Tanrı oğ-
lu değildir. O sadece bir Elçi'dir" diyen Katharlar'ı
ateşe atıp yakıyordunuz. Hem Ben size, hergün
hayat vermiştim. Ama siz Bana, haftada sadece bir
gün ibadet ettiniz.İbadetinizin içi de, Beni küçültme-
nizle doluydu. Ben'den çok, sizi yaratmamış olan
İsa kuluma yalvarıyor ve onun heykeline tapıyordu-
nuz. Bu hatalarınızın cezasını çekeceksiniz. Maze-
retiniz yoktur. Çünkü Ben, size Kur'anı da gönder-
miştim. Ama Kur'an'dan önceki çağın insanlarını
ve ondan haberi olmamış kimseleri  ve tövbe
etmiş olanları affedebilirim" demiş, huzurundaki İ-
sa'ya da sormuştur: "Ey İsa! Bunlara sen mi dedin;
senin Tanrı ve Benim oğlum olduğunu ve beni ve
annemi iki ayrı Tanrı edinin" diye? " İsa da cevap
verir: "Asla! Ey Rabbim! Yanlış birşey söylemiş-
sem, Sen onu bilirsin. Sen bana ne bildirdiysen,
ben ancak onları söyledim: 'Rabbiniz tektir, ben de
O'nun elçisiyim' dedim. Beni göğe kaldırdıktan
sonra onların ne yaptığını bilmiyorum" der. Böyle-
ce İsa'yı tanrılaştırmış ve Tanrı oğlu yapmış olan-
ların suçu sabit olur.

Bir müddet sonra dünyada iken hakları gasbedil-
miş olanların hakları geri iade edilmiş ve cezasız
kalmış olanların cezası da yazılmış ve bu şekilde
dâvâlaşma ve hesap verme; suçluların yaşadıkları
binbir türlü rezillikten, ayıptan, utançtan, ve yere
batmadan sonra bitmiştir. Herkesin alacağı ceza
ve mükâfat da kesinleşmiş ve onlara bildirilmiştir.
Şimdi haklarına kavuşmuş olanlar sevinçli, cezaya
çarptırılmış olanlar da üzgündür. Böyle bir hesap
beklememiş olanlar ise şaşkındır.

Hesap bildirime göre (kaba bir tahminle, az da ola-
bilir, çok da olabilir): Yeniden diriltilen 220 milyar in-
sanın yarısı suçlu, yarısı da suçsuz çıkmıştır. Suç-
suzların yarısı da, kendilerine Tanrı elçiliği ulaşma-
mış kimseler ve çocuklardır. 55 milyar kişi kadar
olan diğer yarısı da, Tanrı'dan gelen gerçeği kabul
etmiş ve O'na adalet, ibadet ve iyilikle teslim olmuş
inançlı dindarlardır. Toplam 110 milyar civarında o-
lan bu suçsuzlar ve iyiler, cenneti hak kazanmıştır.
Cenneti hak kazanalar içinde; İsa'yı "Tanrı Elçisi"
olarak kabul etmiş iyi ve dindar İsevîler, yine Musa'
yı elçi olarak kabul edip dinlerinin gereğine sarılmış
Musevîler ve Muhammed'i elçi olarak kabul edip o-
nun getirdiklerine inanmış ve uygulamış olan Müslü-
manlar ve daha önceki çağların dindarları bulun-
maktadır.

Diğer 110 milyar suçlunun 30 milyarı; inkârcı,ateist,
inkâr ile inanç arasında kalmış şüpheci, inanmadığı
halde kendini inançlı göstermiş iki yüzlüler, dinsiz-
ler ve "İsa Tanrıdır" veya "Tanrı oğludur" diyenler,
Tanrı'ya ortak koşmuş olanlar, âhireti inkâr edip
cennetin dünyada kurulacağını zanneden ve Kur'a-
nı dinlememiş olan Yehova Şahitleri, elleriyle yap-
tıkları putları ve sevdiklerini ve nefislerini Tanrı'nın
üzerine çıkarmış putperestler ve kendilerini tanrı-
laştırmış firavunlar, nemrutlar, diktatörler; bunlarla
beraber zalimler, katliamcılar, Tanrı'nın gerçek di-
nine karşı savaşmış azgınlar ve kendi akıllarınca
din uydurmuş sapıklardır.

Geri kalan 80 milyarı ise; yüce Tanrıya inanmış ol-
dukları halde gereken adalet, ibadet ve iyiliği yap-
mamış ve kötülükçü olmuş ve cinsel sapıklıkta bu-
lunmuş yahudiler, hıristiyanlar, sözde müslümanlar
ve diğer Peygamberlerin bağlılarından olan kimse-
lerdir. Fakat bu kimseler, hakettikleri cezayı çektik-
ten veya Hz. Muhammed'in ve diğer şefaat izni ve-
rilenlerin şefaat etmesinden sonra cennete gönde-
rileceklerdir.Önceki 30 milyar inkârcı, dinsiz, ikiyüz-
lü ve yanlış inanıcı kimselerin ise; ebediyen ve hiç
çıkmamak üzere cehennemde kalmaları kararlaştı-
rılmıştır. (Cennete ve cehenneme girecek olanla-
rın tam sayısını ise tabii ki ancak yüce Tanrı bilir.)

Şimdi bütün insanlık sevkedileceği yeri anlamıştır
ve hemen "Büyük Sevkiyat" başlamıştır.

Kıyamette kürelikten düz bir platforma dönüşş
olan yeryüzü, bir gemi gibi, sönmüş bulunan Gü-
neş'e yaklaştırılmaktadır. Güneş'in etrafına da, yo-
ğun ışıktan meydana getirilmiş daire şeklinde bir
platform çekilmiştir. Güneş'e yaklaşan yeryüzü ge-
misindeki insanlık, bölük bölük Güneş etrafındaki
ışıksal platform üzerine aktarılır.Bunu, cennetle ce-
hennemin arasına kurulmuş bir "köprü" olarak da
kabul edebiliriz ve zaten üzerine çıkmış insanlar da
onun bir köprü gibi uzanıp gitmekte olduğunu gör-
mektedirler. Aktarma işi tamamlandıktan sonra
200-250 milyar kadar sayısınca insanlık,suçlu suç-
suz karışık olarak hepsi, Güneş'in etrafına diz çök-
tütülerek dizilir. Güneş'in ateşi tekrar alevlendiril-
miştir ve Güneş de sanki yeryüzü gibi küreliğini
kaybetmiş, düz bir platform halindedir. İnsanlık,
cehennem haline getirilmiş Güneş'in sıcaklığını
hissetmekte, terlemekte, yükselen alevlerini seyret-
mekte fakat henüz ondan zarar görmemektedir.
Kara ve kızıl ışıktan yaratılmış sert ve korkunç yüz-
lü ve ateşten etkilenmeyen ve hiç acıması olmayan
milyonlarca cehennem bekçisi melekler de hareke-
te geçmiş durumdadırlar ve bütün suçluları, simala-
rından tanıyıp ve güçışıklarıyla beyinlerindeki ha-
fızalarını okuyarak tesbit etmekte ve kafalarından
kavrayarak şiddetle çekip ateşin içine fırlatmakta-
dırlar. Bütün insanlık korku ve heyecan içindedir ve
kaçacak durumda değildir. Ateşe atılan suçlular ise
feryat etmededir. Cehennem gardiyanlarının ise bu
acı feryatlara hiç aldırış ettikleri yoktur. Ve: "Size
bu gününüzle korkutan bir Elçi gelmemiş miydi?"
diye sormaktadırlar. Suçlular ise: "Gelmişti, ama
biz inanmadık, inkâr ettik" demektedirler. Gardiyan-
lar da: "Madem inkâr ettiniz, o halde hakettiğiniz
azabı şimdi tadın" diye karşılık vermektedirler.

Yüce Tanrı da, cehennem gardiyanlarına destek
vererek: "Atın, her inatçı nankörü, inkârcıyı, yalanla-
yıcıyı, sapkını ve saptırıcıyı!" diyerek, haykırmakta
ve gürlemektedir.

Cehenneme atılan suçlular, onların buraya düşme-
lerine öncülük etmiş olan dostlarına, yardımcılarına
ve büyüklerine lânetler yağdırmakta: "Siz olmasay-
dınız, biz burada olmazdık" diye, sızlanmakta ve
küfretmektedirler. Küfre uğrayan öncüleri de: "Sizi
buraya biz mi düşürdük? Siz kendi isteğinizle bize
bağlanmadınız mı? Bize destek vermediniz mi?"
diye karşılık verirler.

Bütün suçlular cehenneme atılmıştır. Bu arada yü-
ce Tanrı, cehenneme hitaben: "Doldun mu?" diye
nida eder. Cehennem de: "Daha yok mu?" diye,
cevap verir. (Çünkü ilk halinde Dünya'dan 1 milyon
300 bin defa daha büyük olan cehenneme döndü-
rülmüş Güneş, küçülmüş olmasına rağmen şu an-
da hâlâ Dünya'dan 1300 defa daha büyük vaziyet-
tedir. Ve onun içine 1299 Dünya dolusu insan
daha atılabilir!)

Cehennemlikler ise, yüce Tanrı'ya "ne olur bizi bu-
radan çıkar. Senin dediklerine uyalım. Bir daha sa-
parsak, o zaman bize istediğini yaparsın!" diye yal-
varmaktadırlar. Yüce Tanrı da: "Sinin orada! Dünya'
da iken Ben size gereken uyarıyı göndermiştim. A-
ma siz inkâr ettiniz. Elçilerime ve inananlarıma türlü
türlü tuzaklar kurdunuz, onlarla alay ettiniz. Buraya
getirileceğinizi zannetmemiştiniz. Bugün siz de,
hakettiğinizin cezasını çekin! Siz nasıl bugünü-
nüzü unuttuysanız, Biz de sizi unutuyoruz" der.

Yüce Tanrı, bazı cehennemliklere sorar: "Sizi bura-
ya sürükleyen nedir?" Onlar da: "Biz Senin kullarına
adalet etmezdik, Sana ibadetten kaçardık, muhtaç-
lara yardım ve iyilik yapmazdık, açları doyurmazdık,
kötülüğe koşardık,dalanlarla birlikte Dünya'ya dalar-
dık, Seni anmazdık ve bu haldeyken ölüm geldi,
bizi yakaladı" derler.

Şimdi onlar bin türlü azap ve mahrumiyet ve piş-
manlık içindedirler. Fakat iş işten geçtikten sonra
pişman olmanın ne faydası var!

O gün inkârcıları, kendilerini tanrılaştırmış olanları,
ikiyüzlüleri ve diğer bütün azgın, zalim ve sapıkları,
cinler ve şeytanlarla birlikte cehennemin en derin
tabakasında görürsün. Eğer onların: "Tanrı yoktur,
âhiret olmayacaktır" demeleri doğru olsaydı, bugün
onlar burada olmazlardı. Demek onların dedikleri
yalanmış. Onlar Dünya'da şimdi de yalandadırlar.
Çünkü ne ölümü öldürebilirler, ne de gelmekte o-
lan kıyameti durdurabilirler ve ne de tekrar dirilişi
engelleyebilirler. Böyleyken, onlar hâlâ direnmede,
gururlanmada ve şüphe etmededirler. Onlar artık
bu derin gafletlerinden ancak ateşe atıldıklarında
uyanacaklardır.

Cehenneme atılanların derileri hemen yanıp sıyrıl-
makta ve iskeletleri sırıtmaktadır. Fakat bunun ar-
dından o iskeletler tekrar bedenlenmekte ve tekrar
yanıp erimektedir. Azabın sürekli olması için bu iş-
lem hiç ara verilmeden sürer gider. Su istediklerin-
de, mide ve bağırsakları parçalayan kaynar su ve
irin verilir. Yiyecekleri de, ağız ve boğazı parçala-
yan ve doyurmayan ve ateşte yetişen acı dikendir.
Her taraflarını da boğucu bir duman kaplamıştır.
Ölmek isterler, ama bir türlü ölemezler.

Cinler ve şeytanlar ise, vücutlarındaki ateşten daha
şiddetli bir ateşle karşılaşınca, ruhları dehşetli bir a-
zap içinde kalır. Böylece, "ateşte yanmaz" denen
cinler ve şeytanlar da; "yanar", acı çekerler.

İyi ama,suçsuzların cehennem etrafında ne işi var?
-"Suçluların sonunu görsünler ve hem girecekleri
cennetin kıymetini anlasınlar" diye iyiler de o ateşin
etrafına dizilmişlerdir. Fakat onlar o ateşin etrafında
fazla kalmamaktadırlar. Cennetin melekleri de onla-
rı tanıyıp hemen ateşin etrafından çekip almakta-
dır. Bütün cennetlikler yeryüzü platformuna aktarıl-
dıktan sonra bulundukları platform, bir uzay gemisi
gibi, önceden yaratılmış ve hazır halde bulunan
Cennet'e doğru yükseltilir. Gemi, Cennet'e varmış
ve yanına yaklaştırılmıştır. Bütün suçsuzlar ve iyiler
de bölükler halinde Cennet'e aktarılır. Cennet'in
melekleri de : "Hoş geldiniz! Yaptığınız iyi işlerin
mükâfatını almak ve ebedî kalmak üzere buyurun
Cennetinize" diyerek, iyilik ve güzellikle onları
karşılarlar.

Cennetlerine giren bütün iyiler, önce bir "yeniden
yaratılma" operasyonundan geçerler. Şimdi onlar,
30 yaşlarında, çok uzun boylu, bütün çirkinlik ve ku-
surlarından arındırılmış, (iç yüzü görünen renkli ve
çok hârika süs balıkları gibi) yakut ve mercandan
bedenleriyle ve göz kamaştıran ve ışık saçan bü-
tün güzellikleriyle boy göstermektedirler. Elbiseleri
ise istendiğinde renk, desen ve şekil değiştirmekte
ve göz almaktadır.Takıları da hep mücevherdendir.
Etraflarında da sanki inciden yaratılmış hizmetçiler
onlara eşlik ve hizmet etmekte ve onları girecekleri
saray ve mekânlarına yerleştirmektedir. Sarayların
etrafında da, kardan daha beyaz su ırmakları, bal ır-
makları, süt ırmakları ve sarhoş etmeyen sonsuz
lezzete sahip şarap ırmakları akmaktadır. İçilmesi
de çok kolaydır ve istedikleri yere de akıtabilmek-
tedirler. Irmakların yanlarında da, istenilen her mey-
venin ağacı bulunmakta ve koparılması da zor de-
ğildir, hepsi çok yakında ve el altındadır. Bir meyve
kopardıklarında, meyvenin yeri dünyadaki yiyecek
otomatları gibi hemen geri dolmaktadır. Bir şey ye-
diklerinde ise, o şeyin kalıntıları, dışkı olarak değil,
bedenlerinden hoş kokulu ter ve bir parfüm olarak
çıkmakta, tuvalet derdi görmemektedirler. Ağaçla-
rın aralarında  ve sarayların etrafında da serinlik ve
ferahlık veren sular fışkırmakta ve renkli ışıklar saç-
maktadır ve nereye baksan bir güzellik göze çarp-
makta ve her yer, o yerden hiç çıkmama arzusu u-
yandırmaktadır. Cennetin zemini gümüş gibi parla-
makta, kumları mercandan, toprağı da misktendir.
İstedikleri yere de bir anda ışınlanabilmekte ve u-
laşabilmektedirler. İletişimleri ise, her anda ve her
yerde bir parmak çıtlatmayla veya düşünce gücüy-
le, hava boşluğunda ve göz hizasında onları takip
edebilen ve elle tutmaya gerek olmayan ama bir
el hareketiyle istenilen yere kaydırılabilen bir ileti-
şim holagramı yaratabilmekte ve sevdikleriyle ko-
nuşup, hologramik olarak görüşebilmektedirler.
Yüksek seviyelilerin iletişimi ise,araçsız olarak kalb
ve beyin vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Hepsi, se-
vebilecekleri iyi huylu kimselerle eşleştirilmiş ve er-
keklere de eşsiz güzellikte ve hepsi birbirinden gü-
zel onlarca, yüzlerce cennet kadını verilmiştir. Bun-
lardan başka onlara, hiç beklemedikleri hediyeler
de verilmiş ve verilmektedir. Cennetlikler de bütün
bu hediye ve ikramlar karşısında, çok büyük bir
memnuniyet ve sevinç içinde: "Vaadini yerine ge-
tiren ve bizi bu cennete koyan Allah'a şükrolsun" di-
yerek, yüce Tanrılarını övmekte ve O'na binler te-
şekkürde bulunmaktadırlar. Yüce Tanrı da, yoğun
ışıktan yapılmış pırıl pırıl parlayan ve göz kamaştı-
ran tahtının üzerinde, cennetlik kullarının karşısına
çıkmış ve onlara eşsiz güzelliğiyle görünmüştür.
Bu eşsiz güzellik karşısında cennetliklerin güzelliği
de bin kat artmakta ve kendilerinden geçer gibi bir
hale girmektedirler.Bu eşsiz güzellik, onlara cenne-
tin güzelliğini unutturmaktadır. Rablerinin seyrinden
sonra saraylarına dönen cennetlileri karşılayan
saray halkı ise, onları çok daha güzelleşmiş ve yü-
ce Rabbin ışığıyla boyanmış bir halde bulmakta
ve şaşırmakta ve tanımakta zorluk çekmektedirler.
Saraylarına girdiklerinde, daha önce dünyada hiç
duymadıkları çok hârika ses ve müzikler dinlemek-
te, zevklenmekte, neşelenmekte ve gülüp oyna-
maktadırlar. İstediklerinde, dünya maceralarını ev-
lerinde ve cennet sinemalarında seyredebilmek-
tedirler. Cennetin alışveriş merkezlerinde de iste-
diklerini parasız olarak alabilmektedirler. Cennetin
şehir ve sokaklarında seyir ede ede gezmek iste-
diklerinde ise, onları gezdirecek yoğun ışıktan ya-
pılmış söz dinleyen cennet binekleri her tarafta ha-
zırdır ve onları sözlü emirlerle istedikleri gibi prog-
ramlayıp, şöförlük yapmadan kullanabilmektedirler.
Kısaca, cennetlikler için yok yoktur. İstedikleri her
şey onlara hemen sağlanmakta ve bir düşünceyle
onları yanlarında hazır bulmaktadırlar.

Bu arada cennet ile cehennem arasına, iletişim
sağlayabilen ve boşlukta durabilen hologramdan
yapılmış dev bir ekran kurulmuştur. Bu ekranda,
cennetliklerin yaşantısından bir bölüm canlı olarak
cehennemliklere gösterilmektedir. Cehennemde-
kiler de gördükleri bu güzel manzara karşısında
cennetliklere seslenmekte ve: "Dünyada biz sizinle
beraber değil miydik? Suyunuzdan biraz da bize a-
kıtsanız ya!" demektedirler. Ekranın öbür yüzünde
cehennemliklerin halini seyreden cennetlikler de:
"Evet, sizinleydik! Ama siz, size gelen Tanrısal ger-
çeği yalanladınız. Biz ona inandığımızda da bizim-
le alay ettiniz. Bu yüzden bu su size yasaklanmıştır.
Onu size akıtamayız" derler ve ekran kapanır. Ara-
larına da, cennettekiler rahatsız olmasın diye, ses
geçirmez bir duvar çekilir. Cehennemlikler de, ü-
mitsiz bir şekilde yanmaya ve azap çekmeye de-
vam ederler ve cennetliklerin hali karşısında yap-
tıkları kıyaslama ile de acıları bin kat daha artar.

Cennetlikler ise, daha önce hiç görülmemiş ve ha-
tıra hiç gelmemiş eşsiz güzellikler ve eşsiz bir mut-
luluk ve sürekli bir zevklenme içinde sonsuza kadar
yaşayacaklardır ve yaşamaktadırlar...

Ve Araf'takiler...

Bunlar da, cennet ile cehennem arasında bekletil-
mekte olanlardır.Adalet terazisinde iyilik ve kötülük-
leri eşit çıkan bu kimseler, şimdi ümit ile ümitsizlik
arasında haklarında verilecek kararı beklemektedir-
ler. Bu kararın sonucunu da ancak, onlara yapıla-
cak şefaatler belirleyecektir. Bunun için Araf'taki
her millet, kendi Peygamberinden şefaat istemeye
başlar.Fakat bütün Peygamberler özür beyan eder-
ler. Meselâ Hz. İsa: "Ben,Tanrı diye tapıldım, Tanrı
oğlu yapıldım; şefaat etmeye yüzüm yok" der. Her
bir Peygamber buna benzer bahaneler öne sürüp,
şefaat makamında olmadıklarını söyler ve onları
Hz. Muhammed'e havale ederler. Hz. Muhammed
de, şefaat isteyen bu kimselere şefaat eder ve on-
ları cehenneme düşmekten kurtarır. Şimdi artık on-
lar da cennete alınacaklardır. Ve cennetin kapıları
yine açılır ve içeri alınırlar. Büyük bir sevinçle cen-
nete giren bu durumu kritikler, yüce Tanrı'ya teşek-
kür ederler. Artık onlar da cennetli olmuş,ebedî ya-
şamlarına başlamışlardır. Yıllar sonra da cehenem-
deki küçük suçlular, cezalarını çekip onlara katıla-
caklardır.

Şimdi isteyen, Rabbine varan bir yol edinir. O yolu
isteyenler ise, onu ancak yüce Yaşatıcı'nın Gerçek
Din'ine girmekte bulabilirler. Gerçek Din de ancak
Kur'anda ve Hz. Muhammed'in yaşantısında ve Hz.
Mehdi'nin rehberliğindedir.

Bu rehberliğe göre, cennete girmenin ilk adımı:
"Tanrı tektir; İsa, Musa ve Muhammed; Tanrı'nın
kulu ve elçisidir" demekte ve bunu kabul etmekte-
dir. İkinci adımı ise; yüce Tanrı'nın emir ve istekle-
rine teslim olmaktır. Bu kabul ve teslim de, cenne-
tin biricik yoludur.

Yüce Tanrı, biz yirmibirinci asırlıları, cennete ilk gi-
recek olanlar grubundan eylesin. Amin.

Not 1: Mehdi Devri (sonradan eklenecektir.)

Not 2: Mesih Devri (sonradan eklenecektir.)

Not 3: H: Bu senaryonun her hakkı, yazarımız
Hüseyin Avdıç'a aittir.

Zaman:  Yeni Çağ'ın onikisi, Aralık başı.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut:   Muranizm.

                                                  YAYINLAYAN
                                      AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                      *   *   *

Keine Kommentare: