Donnerstag, 16. Oktober 2008

R U H N A M E

İNSANDA RUH VAR MI YOK MU VE RUH NEDİR?

İnsandaki ruhun varlığını inkâr eden bir "inançlı"yla ben de
yeni karşılaşıyorum. Bu kişi -hem de Kur'an ayetlerine da-
yanarak- insanda bir ruh bulunmadığını iddia etmektedir.
Delili ise, kendi aklına ve keyfine göre yaptığı Kur'an yo-
rumlarından ibarettir.

Ruhçuluktan rahatsız olan bu kişi, "insanın bir ruh sahibi
olduğu" gerçeği ile "ruhçuluk"u birbirinden ayırmalıdır. Bu
kişi, ruhçuluğu kabul etmeyebilir. Ama bunu reddederken
"insanın ruh sahibi olduğu"nu da reddederse, bir yanlıştan
kaçarken başka bir yanlışa girer, büyük bir hata eder ve
etmektedir. Hele hele insandaki ruhun varlığını kabul eden-
lerin "şirke düşğü"nü iddia etmesi ise, hataların en büyüğü
olur ve olmuştur.

Eğer "ruhçuluk"tan kasıt, bazı tarikat ve tasavvufçuların aşı-
rılıkları ve "ruh çağırma" işiyle ugraşan ispirtizmacılar ise,
bunlar hoşgörülmeyebilir, reddedilebilir. Ama bu red, insa-
nın ruh sahibi olduğu gerçeği hakkında yapılırsa, büyük bir
hata olur. Çünkü bütün İslâm âlimleri insanda ruhun varlığını
kabul etmişlerdir. "İnsanda ruh yok" diyen birisinin, bütün
din bilginlerinin delillerini çürütmesi gerekir. Meselâ böyle bir
kişi, büyük İslâm âlimlerinin sonuncusu olan Bediüzzaman
Said Nursi'nin ruhun varlığı hakkındaki delillerini çürütse,
onun ardındaki bütün büyük imam ve bilginlerin delillerini
çürütmüş olur. Bu çürütmeyle de, ruhun varlığına inanan
bütün Müslümanların "şirkte olduğu" nu da isbatlamış olur.
Ruh inkârcılarının böyle bir isbatı yapacak delil ve güçleri
var mıdır acaba? Asla!

Çünkü insanın ruh sahibi olduğu gerçeği, Kur'an ayetiyle
yani "Allah bildirisi"yle sabittir. Fakat siz, din ve İslâm bil-
ginlerinin bu konuda yaptıkları Kur'an yorumlarını dinleme-
yerek ve kabul etmeyerek kendi yorum ve görüşlerinizi
dayatırsanız, sizin sözlerinizin kulak verilecek bir yanı ve
önemi kalmaz. Bunun için insandaki ruhu inkâr eden ve
kabul etmeyen inançlı veya ateistlerin düşünceleri, bir
'beyin cimnastiği' olmaktan öteye gidemez.

İnsanda Ruhun Varlığını İsbat Eden Kur'an Ayetleri:

"Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde
hemen ona secde ederek (yere) kapanın." (Hicr 29)

(Burada insan bedenine üfürülen birşey var. O şey, Cebra-
il değildir. Çünkü melek insana üfürülmez.)

"Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile
indirir: Benden başka ilah yoktur, şu halde benden korkup
sakının, diye uyarın." (Nahl 2)

(Burada melek ile ruh ayrı tutulmuştur. O halde melek ile
ruh ayrı ayrı şeylerdir. Ve "ruh" denen mustakil bir şeyin
varlığı kesindir.)

"Sana ruh'tan sorarlar; de ki: 'Ruh, Rabbimin emrindendir,
size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.' " (Isra 85)

(Burada da ruhun varlığı tasdik edilmiş ve mahiyetinin ne
olduğu bildirilmiştir. Yani ruh, "İlâhî emirler yazılımı"dır)

"Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan
üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne
az şükrediyorsunuz? " (Secde 9)

(Burada ise, hem Allah'ın ruhu var, hem de insana üflenen
bir şey var. O şey, Allah'ın ruhundan bir emirdir. Allah da
o emire -daha önce- "ruh" demiştir.)

"Onu bir biçime sokup, ona ruhumdan üflediğim zaman siz
onun için hemen secdeye kapanın." (Sad 72)

(Burada da ruhun, insanın yaratılışı tamamlandıktan sonra
üflendiğini görüyoruz. Yani beden ile ruh ayrı ayrı şeyler-
dir.)

"İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu.
Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin
kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine)
gönülden bağlı olanlardandı." (Tahrim 12)

(Burada ise, kadını dölleyecek erkeklik tohumunun ruh ha-
linde olabileceğini de görüyoruz. Yani ışınsal emirlerle de
kadınları çocuk sahibi yapmak mümkün. Fakat insanlık he-
nüz bu bilimsel seviyeye ulaşmış değil. Bunun yerine şimdi
'tüp bebek' var.)

Kur'andaki ruhla ilgili bu ayetlere rağmen: "Bunlar, insanda
bir ruhun bulunduğunu isbat etmez ve göstermez. Zaten bu-
na dair açıkça bir ayet de bulunmamaktadır" diyenler çıka-
bilir.

Bunlara söylenecek söz şudur: "Onlarca bilimsel yasa ve
yüzlerce ilmî keşif yapılmış ve binlerce fennî gerçek var-
dır. Belki bunların hiç birisi Kur'anda geçmez. Ama bun-
lar Kur'anda yok diye inkâr edilebilir mi? Aynı şekilde,
insanda ruhun varlığı da din bilginleri ve İslâm âlimleri ta-
rafından kesin bir şekilde tesbit edilip, varlığı kabul edil-
miştir. Onların karşısında bu konunun uzmanı olmayanla-
rın ileri geri konuşmalarının hiç bir kıymeti harbiyesi yok-
tur."

Bu konunun gerçek bir uzmanı ve hem yirminci asrın yük-
sek bir âlimi ve benim de bir üstadım olan Bediüzzaman
Said Nursi, ruhun varlığını isbat eden çok yüksek ve derin
bahis ve beyanlarda bulunmuştur. Dileyenler, onun "Sözler"
isimli kitabının "Yirmidokuzuncu Söz"üne müracat edebilir-
ler. Ayrıca diğer araştırmacı ve bilginlerin de kitapları ince-
lenebilir. Fakat ben burada acizane daha farklı şeyler söy-
lemeye çalışacağım.

Ruh Nedir?

"İnsanda ruh var mıdır, yok mudur" sualinin cevaplanabil-
mesi için önce "ruh"un ne olduğunu bilmemiz gerekmekte-
dir. Bediüzzaman'ın buna verdiği kısa cevap şöyledir:
-sadeleştirerek veriyorum- "Ruh; hayatlı, şuurlu, ışıklı mus-
takil vücud giydirilmiş; toplayıcı, hakikatli, bütünsellik ka-
zanmaya açık emirsel bir kanundur".

Bu cevap, "Sana ruh"tan sorarlar; de ki: 'Ruh, Rabbimin
emrindendir',..." ayetine uygun olarak doğru ve hârika bir
cevaptır. Bizim buradan anlayacağımız ise; ruhun, "bir emir-
ler topluluğu, ışıklı ve bilinçli İlâhî bir kanun" olduğudur. İş-
te bu ışıklı kanun, Yaratıcısı tarafından insan bedenine üfü-
rülerek, vücuda hareket kazandırılmaktadır.

"Ona bir biçim verdigimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde"
ve "sonra onu düzeltip bir biçime soktu ve ona ruhundan
üfledi" ayetlerine göre, insanın bedenine Allah tarafından bir
şeyler üfürülmektedir. Daha önce "İlâhi Emirler" olduğunu
gördüğümüz üfürülen bu şeye biz işte: "RUH" diyoruz.

Ruh, insana, insan bedeni yaratılırken değil, yaratılışı tamam-
landıktan sonra üfürülmektedir. Buradan anlamalıyız ki, in-
san -veya hayvan- bedeni, ruhsuz da var olabilir. Fakat bu
varoluş çok kısa sürer ve beden ölüme maruz kalır. Bunun
açık bir örneğini anne karnındaki bir ceninde görebiliriz.
Anne rahmindeki bir ceninin yaratılışı yani bir insan haline
gelişi dört ay sürer. Bu süre zarfında cenin hareket edemez.
Çünkü ona henüz hareket etme kabiliyeti verecek olan ruh
üflenmemiştir. Üçüncü ayını tamamladıktan sonra cenine
ruh üflenir ve bundan sonra o insan yavrucuğu elini, ayağı-
nı oynatmaya başlar. Biz, o cenine ruh üflendiğini, onun ha-
reket etmeye başlamasıyla anlarız. Hz. Muhammed de bir
hadisiyle dördüncü ayda çocuğa ruh üflendiğini haber ver-
miştir.

Demek, ruh üflenmeden önce de cenin anne karnına bağlı
olarak yaşayabilmektedir. Demek ruh olmadan da canlılık
ve yaşam mümkündür. Fakat böyle bir canlılık ve yaşam
ancak bir "bitkisel yaşam" olabilir. Anne karnındaki cenin
de, üçüncü ayın sonuna kadar "bitkisel bir canlı" olarak ya-
şam sürer. Tabi böyle bir canlı, anne karnından koparılsa,
yaşayamaz, ölür. Çünkü kendini yaşatacak bir hareket ve
bilince sahip değildir. Ama bitkiler, mideleri (yani bedenleri)
-kökleriyle- suya ve toprağa bağlı olduklarından, bilinç ve
hareket kabiliyetine sahip olmadıkları halde yaşamaları
mümkündür, görüyoruz.

Zümer suresi 42. ayeti de gösteriyor ki, Allah tarafından
uyku esnasında ruhları alınan insanların bedeni, bitkisel
yaşama geçmektedir. Bu da, bedenin bir müddet ruhsuz
yaşayabileceğini, fakat bu yaşantının da "bitkisel yaşam"
olmaktan öte gidemeyeceğini gösterir. Demek, ruhsuz
insan hayatı mümkün değildir. Yani ruhsuz hayat, "bitkisel
yaşantı"dır. Fakat ruh, bedensiz de varolabilir. Çünkü ruh,
"hayat ve bilinç sahibi mustakil bir varlıktır".

Demek, can ve canlılık başkadır, ruh başkadır. Ruh olma-
dan da canlılık mümkündür. Eğer 4. ayına başlamadan
-meselâ üç aylıkken- yani henüz ruh üflenmeden bir cenin
anne karnından alınsa ve bir biyolojik yaşam sağlama ma-
kinası olsa ve o canlı buna bağlansa, o varlık yaşamasını
sürdürebilir. Fakat ruh üflenmeden yani daha hareket etme
kabiliyeti kazanmadan anneden koparılmış bir cenine son-
radan ruh üflenir mi, hareket edebilen bir varlık olur mu,
bunu kesin olarak bilmiyoruz. Eğer böyle bir varlığa ruh
üflenmezse, o varlık ancak hiç hareket edemeyen biyolojik
bir yaratık olarak yaşar. Aylarca yıllarca ağır komada ka-
lan hastaların bilinçsiz ve hareketsiz yaşamları da "bitkisel
hayat" olmaktadır. İşte buradan da ruh ile ruhsuzluk arasın-
daki farkı görebiliriz.

Anne karnındaki çocuk yedi-sekiz aylıkken erken doğum
yapan kadınların çocuklarının yaşamaya devam etmesinin
sırrı, ruhlanmış olarak doğmalarındandır. Yoksa, -bir biyo-
lojik yaşam sağlama makinası da yoksa- ruhlanmadan me-
selâ üççbuçuk aylıkken alınmış ceninlerin yaşamaları
mümkün olmaz.

Şimdi geri dönüp ruhun "ne"liğini ve mahiyetini anlamaya
çalışalım.

İnsan ve hayvan bedenlerini harekete geçiren ışıksal İlâhî
emirler topluluğu olan ruh, sabittir, bölünmez ve parçalan-
maz, dağılmaz; erimez ve çürümez, yok olmaz. Çünkü mad-
dî değildir. Ebedî ve ölümsüzdür. Çünkü Allah'a ait bir mâ-
neviyattır. Vücuda dahil de değildir, hariç de değildir. Çün-
ışıksaldır. Eğer vücuda dahil olsa ve ışıksal olmasaydı,
vücuttaki atom ve hücrelerin ölmesiyle o da ölür, insanın
yaşaması mümkün olmazdı. Senede bir kaç kere bütün be-
den hücreleri ölüp yenilendiği halde insanın hayatta kalması,
ruh ile mümkün olmaktadır. Eğer ruh bedenden hariç olsay-
dı, bu sefer de ruhun bedenle irtibatı kesilmiş olur, insan ha-
reket ve hayatı sona ererdi. O halde ruh, insan vücudunu
bütün hücre ve atomlarıyla avuçlamış, gözle görünmez ışık-
sal ve enerjik İlâhî bir kanun ve yasadır. İnsanlar ve hayvan-
lar bütün fiil ve hareketlerini bu yasadan alırlar. Tüm fiil ve
hareketler de, seçki ve istenç'e yani "irade" ve "ihtiyar"a bağ-
lanmıştır. Yani irade, bütün fiillerin başkan ve padişahı, ihti-
yar da, onun yardımcısı olmaktadır. İşte biz bütün hareket-
lerimizi bu iki ruhanî fiille yaparız. İrademizi harekete geçi-
ren, "ihtiyaçlar" olduğu gibi, ihtiyarımız olan seçkimizi yön-
lendiren de; "bilgi"dir, "ilim"dir.

Ruh, insan bedenine yerleştirilmiş bir program gibidir. Nasıl
bir bilgisayara gerekli programı yerleştirilmediğinde çalışmaz
ve iş görmezse, insan bedenine de ruh üflenmezse, o beden
hareket sahibi olamaz ve bir iş göremez. İnsan bedenleri de
Yaratıcı nazarında bir robot gibidir. Bu insanî robotlara bir
program konulmazsa, robotlar faaliyet gösteremez. Bunun
için yüce Yaratıcı, insanın yaratılışını tamamladıktan sonra
onun fiil ve hareket programı olan ruhu üflemiştir. Bu üfleme,
insan robotunu yani bedenini harekete geçiren, onu fiiller sa-
hibi yapan emirlerdir. Bu emirlerin bu zamandaki modern
nitelemesi herhalde "programlama" olabilir.

Bir bilgisayarı açtığınızda -eğer bilgisayar programlanmışsa-
(yani computer uzmanları tarafından ona bir "ruh üflenmiş"
se) , "programlar" menüsüne tıkladığınızda bütün program-
lar önünüze serilir. İşte bütün o programlar, bilgisayarınızın
yapabileceği "fiiller"dir. Bu fiiller de, bilgisayar programcıla-
rı tarafından CD'ye "üfürülmüş" yani "yazılmış" emirlerdir.
Bu emirleri taşıyan CD, bilgisayarınızın "ruhu" olmaktadır.
Allah'ın insan bedenine üfürdüğü ruh ise, bir CD şeklinde
değil, insan bedenini saran ve avuçlayan görünmez bir ışık
ve enerji halindedir. (Ben buradan, ileride insanların da ışın-
sal programlar yapabileceklerini düşünüyorum) .

(İki yıl kadar önce Hürriyet gazetesinden Ertuğrul Özkök
yazmıştı: Amerika'da bir bilim adamı ölmekte olan bir a-
damı ölmeden önce ve öldükten sonra tartarak 21 gram-
lık bir eksilme bulmuş. Bu eksilme de, ruhun bedenden
ayrılması olan bir ışık veya enerji kaybı olarak kabul edil-
miş. Konuyla ilgili makaleye, Hürriyet gazetesinin arama
motoruna "ruhun ağırlığı" yazarak ulaşabilirsiniz. Üç maka-
leden birinin linki şudur:
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx? id=
278704&yazarid=10)

Ruh'ta ne gibi emirler yazılıdır?

İnsan ve hayvanların yapabilecekleri bütün fiiller ruhta ya-
zılıdır. Meselâ birisi sizin eşinizi ayartmaya çalışsa hemen
kıskançlığa kapılırsınız. "Kıskanayım mı, kıskanmayayım
mi" diye düşünmezsiniz. Öyle bir durumda kıskançlık fiili
hemen otomatik olarak harekete geçer. Veya birisi size
ihanet etse, onu da hemen idam etmek, öldürmek istersi-
niz. Acıktığınızda yemek ararsınız. Bir tehlike anında ka-
çarsınız. Bir güzeli gördüğünüzde peşine takılırsınız. İşte
bütün bu ve buna benzer fiiller, ruha yazılmış (veya okun-
muş) "emirler"dir. Yani ruha, "tehlike anında kaçmalısın",
"acıktığında yemek aramalısın", "bir güzeli gördüğünde
sevmelisin" ve ilanihaye... yazılmıştır. İşte bu emirler saye-
sinde "hangi halde hangi fiil harekete geçecekse" biz o fiili
kullanırız. Tabi insan, istediğini yapıp yapmamakta hür bir
yaratık olduğundan, -eğer kendine hâkim olabiliyorsa-,
otomatik olarak devreye giren o fiilleri kullanmaktan vaz-
geçebilir. Veya sonradan kazandığı dinî ve dünyevî ahlâk
ile o fiillerine bir çeki-düzen verebilir.

(Buradan ruhun, bedenimizin muhtaç olduğu bütün fiil ve
hareketlerin bir "yazılım"ı ve hangi halde hangi fiil ve hare-
ketin devreye girmesi gerektiğini bildiren bir "yasa" olduğu-
nu anlayabiliriz.)

Yirmibirinci yüzyılda ruhun modern tanımlaması şu olabilir:
Ruh, Allah'ın "emri" ve bedenin "amir"idir. Madde ruhun hiz-
metkârıdır. Işıksal ve enerjik ve mustakil bir yapıya sahip
olan ve başında bilinç bulunan RUH; bedenin devleti, kanu-
nu ve Başbakanı'dır.

Sahip olduğumuz fiilleri sonradan kazanmayız. Bütün fiiller
insana daha anne karnında dört aylık cenin iken "ruh" ile
verilmektedir. Eğer bu fiiller sonradan yani doğduktan son-
ra kazanılacak olsaydı, insan hayatı tehlikeye girerdi. Me-
selâ bir bebek acıktığı veya canı yandığı zaman hemen ağ-
lar. Eğer bu "ağlayarak durumunu ilân etme" fiilini sonradan
yani aklı ermeye başladıktan sonra öğrenerek kazanacak
olsaydı, bebek geleceğini kaybederdi. Demek bir insanın
muhtaç olduğu bütün fiillerin insana (veya hayvana) "önce-
den" verilmiş olması gerekiyor. Bu da Yaratıcı tarafından
"ruh programı" ile yapılmaktadır.

Ruh olmasaydı ne olurdu?

Ne olacağını, yukarıdan beri yazılagelenlerden herhalde
anlamışsınızdır. Eğer ruh olmasaydı en başta yaşayışınızı
sürdüremezdiniz. Duyu organlarınız açık olsa da göremez,
duyamaz, konuşamaz, hissedemez ve algılayamazdınız.
Çünkü bütün bu fiiller, ruha ait emirlerdir. Eğer siz -sağlam
ve sağlıklı olduğunuz halde- bu fiilleri işleyebiliyorsanız, ruh
sahibisiniz. Eğer siz, "ben" diyebiliyorsaniz, o deyişiniz, ru-
hunuzun varlığındandır ve ruhunuzun varlığıdır. Ruh, sizin ö-
zünüzdür. Ruh, beden ve hayatınızın zatıdır, kişisidir. Ruh,
vücudunuzun başbakanı, kalp ve akıl da o başbakanın yar-
dımcılarıdır. O başbakan olmasaydı, kalp ve aklınız hiç bir
işe yaramayacaktı. Yani hislerden, düşüncelerden, duygu
ve hayallerden mahrum kalacaktınız. Kısaca, bir bitki ve
ağaç gibi olacaktınız. (Burada, "hamdolsun insanı ruhlan-
dıran Allah'a" dememiz gerekiyor.)

Demek burada, "ruh var mıdır" diye soran birisinin sualini;
"senin sahip olduğun bütün fiill ve hareketlerin varlığı, ruhu-
nun varlığının delilleridir" şeklinde cevaplamalıyız.

Ruh ölür mü?

Ruh, maddî bir varlık değildir ki ölsün! Başıboş bir şey de-
ğildir ki kendi başına kalsın ve yok olsun! Ruh, Allah'a ait
ışıksal ve bilinçli bir kanun ve program olduğundan ölmez.
Onun ölmezliği, Yaratan'a ait bir emir olmasındandır. Allah
elbette ki bu emrini isterse yok edebilir. Fakat öte dünyada
insanları tekrar diriltip ceza ve mükâfat yurdu ile onları ebe-
dileştirmek istediğinden, ruhları yok etmemekte, görünmez
bir âlemde onları korumakta ve saklamaktadır. (Tabir caiz-
se, bizim eski bilgileri arşivlerde saklamamız gibi) . Allah,
"Büyük Diriliş Günü" ölmüş bedenlerin atomlarını toplayıp
insanları dirilttikten sonra ruhlarını onlara geri göndererek
canlandıracaktır. Bu diriliş ve canlanma için insan ruhları
ölüme ve yok oluşa maruz bırakılmamaktadır. Dünya ile
âhiret arasında bulunan ve "berzah" denen bir tünelde, gö-
rünmez ve mânevî bir âlemde, -yargılanmayı bekleyen tu-
tuklular gibi- tutulmakta ve bekletilmektedirler.

Bitkilerin canı ve canlılığı var, fakat ruhu (yani insan ve hay-
van gibi hareketliliği) yoktur. Can ve canlılık ile ruhun farkı-
nı bilmeyen ve anlamayan "Yehova Şahitleri" ise, İncil'in ü-
zerinde yaptıkları yanlış ve zorlama yorumlarla bedendeki
canlılığın ölümünü, ruhun ölümü olarak anlamışlar ve bura-
dan da ruhun ölümlülüğüne inanmışlar. Bu yüzden de ruhun
ölümsüzlüğüne inananları "yanlış yolda" görmektedirler. Bu
görüş ve düşünceler ile de kıyamet ve âhireti inkâr etmekte
ve cennetin de bu dünyada kurulacağına inanmaktadırlar.
Ne yazık ki, bu dar ve küçük dünyanın ebedî bir cennet i-
çin yeterli olamayacağınışünemiyorlar. Altı milyar insana
zor yeten bu dünya, geçmiş ve gelecekteki yüzmilyarlarca
insana nasıl yetsin? Allah'ın merhameti izin vermez ki, bütün
kötüler yok edilsin de insan sayısı azalsın! Yine O'nun ada-
leti kabul edemez ki, suçlular suçları miktarınca ve mutlak
inançsız ve inkârcılar da ebedî bir ceza için cehennem hap-
sine atılmasın ve bunun için de yeni ve çok büyük, geniş
bir dünya yaratılmasın; ve bu da kâinatın yıkılışını ve kıya-
metin kopuşunu gerektirmesin! Onların düşüncesine, ancak
bu gerçekleri ve Kur'andaki âhiret ve kıyamet ayetlerini in-
kâr ederek inanılabilir.

Ruh sahibi olmak, Allah'a şirk koşmak mıdır?

Ruhlu olmanın ve buna inanmanın, "Allah'a şirk koşmak"
olduğunu düşünenler var. Bu düşünce ve iddiada olanlara
şunu sormak gerekiyor: İnsan bedeni de Allah'ın eseri ol-
duğu halde, ona sahip olmak Allah'a şirk koşmak olmuyor
da, Allah'ın emirleri olan ruha sahip olmak mı Allah'a şirk
koşmak oluyor? Hem ruha biz kendikendimize sahip olmu-
yoruz ve gayri meşru yollarla da ele geçirmiyoruz ki, O'na
şirk koşmuş olalım! Böyle bir durum meydana gelecek ol-
saydı, zaten O bize bunları vermezdi. Öyle değil mi?

Bir orduda bir komutan bir askerini veya ordusunu silah-
landırıp "düşmana hücum edin" emrini verdiğinde veya ku-
laklarına üfürdüğünde, o komutan kendi kişiliğinden ne
kaybediyor ki, askerlerin onun emrini almaları ve dinleme-
leri, komutana isyan ve şirk olsun? Veya güneş bitkilere
ve diğer canlılara ısı ve ışık vermekle bir eksikliğe mi uğru-
yor ki, canlıların ondan ışık almaları güneşe şirk koşma ol-
sun?

Allah-(yüce tek Tanrı) , maddî bir varlık olmadığından, O'
nun insan-lara ve hayvanlara ruh vermesiyle kendi Kişilik ve
Zatından bir parça kopmuyor ve eksilmiyor. Hem parça ol-
mak, eksilmek, maddî şeylerin özelliğidir. Ruh sahibi olmak,
Allah'tan bir parça koparmak ve taşımak değildir. Biz Allah'
ın zatından ve kişiliğinden değil, O'nun isim ve sıfatlarının te-
cellisinden birşeyler taşıyoruz. Buna göre ruh ve bedenimiz,
O'nun fiil, isim ve sıfatlarının bir eseri oluyor. Burada madde
ile mânâyı, zatî ile tecelliyi ve usta ile eseri iyi ayırd etmemiz
gerekiyor.

Güneş ile parlamakta olan -akıllı farzedeceğimiz- bir su ka-
barcığı eğer "ben güneşim" veya "güneşten bir parçayım"
derse; hata eder, güneşe şirk koşmuş olur. Ama "ben gü-
neşin küçücük bir aynasıyım ve onun ışığıyla parlamakta-
yım" derse, doğru der, isabet eder. Bu da onun imanı ve
kelime-i tevhidi, yani "güneşten başka aydınlatıcı yoktur"
demesi olur. İşte insan da, bu su kabarcığı gibi demek ve
şünmek zorundadır. O halde insan: "Benim ruhum, Allah'
ın zatından bir parça değil, O'nun emrinden bir soluk ve e-
nerjidir. Bedenim de, O'nun isim ve sıfatlarının ve fiillerinin
bir eseridir. O'ndan başka İlâh yoktur. O, bölünmez ve
parçalanmaz ve dağılmaz eşsiz bir kudret ve tekliktir"
demelidir.

Ruh ve beden ile ilgili hayatları nasıl tasnif edebiliriz?

Bu hayatları üç başlık altında toplayıp birbirinden temyiz
edebiliriz.

Ruhânî hayat: Ruhun bedensiz yaşantısıdır. Ölen insanların
kabir ve berzah hayatıdır. Allah'ın izniyle bazı evliyaların
bedensiz dolaşmaları da "ruhanî hayat"tır.

İnsanî hayat: Beden-Ruh birlikteliğiyle yaşanılan hayattır.
Dünyadaki hayatımızdır.

Bedensel hayat: Bedenin ruhsuz hayatıdır. Buna: "Bitkisel
hayat" denir. İnsanın uykuda ve komada ve anne karnın-
daki 12 haftalık dönemi bir "bitkisel hayat"tır.

Ruh kötülük işler mi?

Bu suali cevaplayabilmemiz için de; "can", "ruh" ve "nefs"
in ne olduğunu kısaca bilmemiz ve özetlememiz gerekiyor.
Bedenimizin biyolojik ve bitkisel yaşantısındaki hayatlı o-
luşa "CAN" ve "CANLILIK"; insan ve hayvan bedenleri-
ne fiil ve hareket kazandıran ve hangi halde hangi fiil ve ha-
reketin devreye girmesi gerektiğini bildiren ve bu bildirinin
düzenlemiş hali olan görünmez ışıksal ve bilinçli kanuna
"RUH"; ve vücudumuzun hayvanî istek ve kuvvetlerinin
sözcüsü hükmünde olan öz benliğimize "NEFS" denir ve
diyebiliriz. Başkaları bunlara daha başka tanımlamalar ge-
tirebilir. Biz, aklımıza hangisi daha iyi yatarsa, o tanımla-
mayı seçip sahiplenebiliriz.

Ruhun ne olduğunu anladıktan sonra, kötülükleri de onun
yapmadığını anlayabiliriz. Çünkü ruh, iyilik ve kötülükleri-
mizde bedenimize ancak fiil ve hareket sağlar. Ama iyilik
ve kötülüğü nefsimiz ve kalbimizle isteriz. şeytanın emrine
uyarak, yani dinî ve dünyevî yasaları dinlemeyip isyan ede-
rek de kötülük işleriz. Bu halde suç, ruhtan değil nefisten
olur. Öte dünyada Allah'a hesap verecek olan da nefstir,
ruh değildir.

Ruh görülebilir mi?

Nefsen incelmiş ve ruhen yükselmiş kimseler ve büyük ev-
liyalar ruhları hologram seyrediyor gibi görebilir ve onlarla
görüşebilirler. Fakat henüz ruhu açıkça gösterecek bir âlet
keşfedilmedi. Belki gelecekte böyle bir şey icad edilebilir.

Ruh bedenden çıkıp dolaşabilir mi?

Allah'a çok yakın kimselerin ve bazı büyük evliyaların, be-
denlerinden çıkıp vücutsuz dolaşmaları mümkündür. Çünkü
ruh her zaman bedene bağımlı değil, ama beden ruha bağım-
lıdır. Bunun için ruhun bedenden çıkıp vücutsuz gezebilmesi
imkânsız olmaz. Bazı Allah dostu özel kimselerin ruhen gezip
dolaşabilmeleri mümkün olduğu gibi, bu kimselerin başka in-
san bedenlerine girip yaşaması ve faaliyet göstermesi de
mümkündür. Fakat bu mümkün bir istisna olmaktan öteye
gidemez. Yani ancak Allah'tan izin alabilen kimseler sağken
veya öldükten sonra başka bedenlerde yaşamlarını sürdü-
rebilirler. Bu istisnanın kaideleştirilmişi ve genelleştirilmişi
olan reenkarnasyon, yani "ölen insanların ruhlarının başka
bedenlerde hayatlarını sürdürmeye devam ettiği inancı"nın
bir gerçekliği yoktur. Çünkü böyle bir gerçeklik, âhiretin
oluşturulmasına engel ve bu da Yaratıcının amacına zıtlık
olacağından, Allah reenkarnasyona -istisnası dışında- izin
vermemektedir ve vermemiştir. Hz. Hızır gibi iyilik için fa-
aliyet gösteren bir kaç kişinin ruhlarının başka bedenlerde
yaşamını sürdürmesine Allah müsaade etmiş ve o kimseler
de -öldükleri halde- halen yaşayışlarını devam ettirmekte-
dirler. Bundan başka bir de cinler, şeytanlar ve melekler
de insan ve hayvan bedenlerine girip faaliyet gösterebilmek-
tedir. Tabi şeytanlar kötülük için, melekler de iyilik için
çalışırlar. Bunun için bizler de (hak olan) dinsel ve dünya-
sal yasalara itaat ederek şeytandan Allah'a sığınmalı ve
bedenimizi şeytanın hakimiyetinden korumalıyız.

Öğreten ve bilgilendiren Allah'a hamdolsun! 

(Bu cevap, bir "Avrupa Muranisti" olan Hüseyin Avdıç tara-
fından verilmiştir.)

Zaman: Yeni Çağ'ın altısı, Ekim'in ilk haftası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Bilgilendirme.
Boyut: Muranizm.

                                                         YAYINLAYAN
                                              AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                            * * *


Keine Kommentare: